Ah İstanbul ;
şehr-i şahane , hani yanlış kişiye aşık olursun ya , işte aynen öyle...
Nasıl anlatsam , nerden başlasam ? Eğer ben yazıyorsam , bu satırlar bir vefa...
Mıh gibi saplanıp kaldığım...Zeynep Kamil 'de doğmayıp muhtemelen Karacaahmet'de defnedilmeyeceksem de ruhen bir o kadar ait , bir o kadar da özgür , sen ne kadar serbest bırakıyorsan bırak ben o kadar sana sadık , umrunda olmayışım umrumda, bir insanla eksilmeyen sen ama senle var olan ben...
En yakınlarıma dahi anlatmadığım ama önünde çırılçıplak soyunduğum sırdaşım , günahlarımın sevaplarımın şahidi ve dahi suç ortağım...
Anlat İstanbul ;
beni anlamayanlara beni anlat , sabahlarını ne kadar sevdiğimi yani hayat coşkumun içimde hep olduğunu ,
ezan sesinle huzur ve güven bulduğumu , akşam çöken hüznü ancak güzelliğinle bertaraf edebildiğimi , nereye gidersem gideyim hep döndüğümü , koşulsuz kabullenişimi , teslimiyetimi...
Anla İstanbul ;
bazen sessiz çığlığımı , gözlerim uzakta olsa bile gönlümün yurt olarak seni bellediğini , '' ben evimi özledim ama evim neresi bilmiyorum ? '' dediğimde '' şehrin kapıları sana her daim açık '' dediğini...
İlahi İstanbul ;
benim için mi fethedildin , sen bana ne yaptın ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder